Ruşen
Çakır Mehmet Ağar’ın DYP’sinden milletvekili adayı olmuş, diğer bir ‘embedded’
gazeteci. Muhteris ama kifayetsiz ve bahtsız epeyi medyatör / liboş / münevver
gibi, o da iktidar yolunda, doğru dalda oturmayı seçemedi. Bindiği dal
kesilince ve/ya Oran gibi şansı tutmayınca, medyaya geri döndü.
Bugünlerde
cemaati yorumlamak feci moda. E, biz de geri kalmayalım onlardan. Biz de
onların yorumlarını yorumlayalım:
“Öncelikle
Erbakan’ın siyasete hep sıcak bakmış olan Nakşibendilik’ten, Gülen’in de
siyasete mesafeli olmaya çalışmış Nurculuk’tan geliyor olmalarını akılda
tutalım.”
Diyor ve
hemen ardından kendini yalanlıyor:
“Öyle ki
Gülen’in Nurcu hareketin gövdesinden kopmasında, bu hareketin Adalet
Partisi’nin peşinde aşırı politize olması hayli etkili olmuştur.”
Yurdum
yarı aydını hep böyledir: Namaz kılacağım derken, kıblenin yerini değiştirir.
Perinçek’in
babası da hem Alevi, hem aynı dönemde o partiden milletvekili idi. Oğlu, önce
TİP’li, sonra Çin’ci, sonra Apocu, sonra da nasyonal sosyalist oldu. Bu arada,
Çin’in o en son nasyonal sosyalist durumda iken bile, onu hala dolaylı olarak
destekliyor kaldığını ve kendi ülkesindeki Türki nasyonalizmleri balyozla
ezdiğini de anımsayalım. Yani, büyük devlet veya küçük münevver farketmiyor: Tarihin sisli
günlerinde hemen herkes yolunu yitiriyor.
“Örneğin
İran devrimiyle özellikle gençlerde yaşanan radikalleşme geleneksel İslami
yapıları da bir şekilde etkisi altına almaya başladığında, bu gelişmenin önüne
çıkan engellerden biri de Gülen cemaati oldu. Gülen’in “devrimci İslam”a karşı
iç ve dış odaklar tarafından kayırıldığı yolundaki sayısız komplo teorisinin
herhangi bir değeri bulunmuyor. Buna karşılık Gülen’in nerdeyse yoktan var
ettiği hareket, içinden çıktığı geleneksel Nurculuk’tan ziyade Milli Görüş’ün,
Gülen’in kendisi de bir nevi Erbakan’ın alternatifi olarak öne çıktı, en
azından böyle bir algı oluştu.”
Öhö öhö,
toz gürültü, dezenformasyon gıcık yaptı. Hayır kardeşim öyle olmadı. Şöyle
oldu:
Bir kere
o zamanlar, 1970’lerde birbirinin mensuplarını vuran 2 MHP odağı, bir MHP-MSP
kırması odak ve 1 MSP odağı vardı. Yani, yeterince radikal idiler zaten.
Tabii,
bir de bunların birer de Kürt (alt)ayağı var. Taa Sait zamanından beridir,
Hizbullah’a gelene dek, Kürtler de epeyi oryantal raksettiler. Bunlar Musa
Anter’in anılarında ayrıntılı olarak verilir. (Kürtler’in mücadele
saydıklarının başından beridir, örneğin 2.
Dünya Savaşı sırasında İran’da ve Türkiye’de Hitler’le işbirliği yapacak denli,
oportünist ve cahil gözükarası olmasının ve bir de savaşı ve kronik
kriminaliteyi yaşam biçimi olarak benimseyebilmelerinin payı yüksek. Bunlar da
Anter’in anılarında var. Tabii ayrıca, Anter’i vuranın da bir Kürt olması
gerçeği var.)
Gülen bu
tabloda neredeydi?
O da
oportünistti. Aradan sıyrılmanın yolunu ancak taa 1980’lerin sonunda, Evren’in
asmayıp beslediği ve solculara karşı alternatif niyetine yarattığı yeşil
sermayeden palazlanarak buldu, yani 40’lı yaşlarının sonunda (zaten daha önce
adam yerine konmazdı), 1960’larda ve 20’li yaşlarında değil.
Şöyle
bir hesap: Bu ülkede 30 küsur yıldır 1 milyon kişi, bir yerlere ayda en az 500
TL bağışlıyor. Kabaca 100 milyar doları geçiyor. En ironiği de bu para şu an
tümüyle sağ(lam) değil. 1970’lerin banka soyguncusu eylemcilerinin paraları
bile artarak sağ (bu köstebek bilgisi) ama yeşil sermaye paranın buharlaşma
gücünü ve iç hainlerini hesaba katamadı.
“Ama en büyük
yol ayrımının 28 Şubat sürecinde yaşandığı açıktır. TSK’nin post-modern
darbesini olabildiğince az zararla atlatmak isteyen Gülen, ilk darbeyi yiyen RP
ve bazı İslami oluşumlarla dayanışma içine girmek yerine, kendisinin onlardan
tamamen farklı olduğunu vurgulamayı (daha doğrusu vurgulamaya çalışmayı) tercih
etti ancak sonunda sıra kendisine ve hareketine de geldi. Hatta yıllar sonra
dönüp bakıldığında, 28 Şubatçıların RP kadar, hatta belki de RP’den daha fazla
Gülen cemaatini kendilerine düşman belledikleri, belki de bu yüzden onu sona
saklamış oldukları anlaşılıyor.”
İşte bu
dönem, yazar arkadaşımızın ‘embedded’ olduğu dönem. Konu hakkındaki üslubunun
nasıl aniden değiştiğine dikkatinizi çekerim.
Ancak
panoramayı güzel yakalamış:
Şimdi
olduğu üzere, Erdoğan’ın Erbakan’a yaptığı üzere, Müslümanlar birbirini sattı. İşkencede çözülüp
isim ötmedi, resmen parayla sattı. Fadıl gibilerinin paraları Erbakan’a değil,
Erdoğan’a yönlendi; o da, milletvekili yapılacağına mahpus yapılıp, o hapsi de
yatmadı. (Ve bu durum, o zamanlar daha tüm medya iktidara boyun eğmemişken
bile, 5 yıl boyunca, 2002-2007 arasında hiç haber yapılmadı.)
Bugünkü
tefrika burada bitiyor.
Genel
olarak başlangıç toparlaması:
Bu arkadaşın
yazısı ısmarlama bir yazı. Birand’ın yazısı gibi. Farklılığı, yazarların daha
önceki üslup çizgilerinden şırrak diye sapmalarından anlıyoruz. Durumu örtbas
etme görevi medyatörlere verildi, onlar da kendilerince debeleniyor işte.
Ancak
çok eğlendirici: Hani, bizi balık hafızalı sanmaları gibi, fıkrasal /
karikatürsel bir durum.
Evet,
fıkralarımızı bilahare sürdüreceğiz.
(17 Şubat 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder