19 Temmuz 2016 Salı

Omo Beyazı Kuvvet Cemaati Yorumluyor

Ruşen Çakır Mehmet Ağar’ın DYP’sinden milletvekili adayı olmuş, diğer bir ‘embedded’ gazeteci. Muhteris ama kifayetsiz ve bahtsız epeyi medyatör / liboş / münevver gibi, o da iktidar yolunda, doğru dalda oturmayı seçemedi. Bindiği dal kesilince ve/ya Oran gibi şansı tutmayınca, medyaya geri döndü.

Bugünlerde cemaati yorumlamak feci moda. E, biz de geri kalmayalım onlardan. Biz de onların yorumlarını yorumlayalım:

“Öncelikle Erbakan’ın siyasete hep sıcak bakmış olan Nakşibendilik’ten, Gülen’in de siyasete mesafeli olmaya çalışmış Nurculuk’tan geliyor olmalarını akılda tutalım.”


Diyor ve hemen ardından kendini yalanlıyor:

“Öyle ki Gülen’in Nurcu hareketin gövdesinden kopmasında, bu hareketin Adalet Partisi’nin peşinde aşırı politize olması hayli etkili olmuştur.”

Yurdum yarı aydını hep böyledir: Namaz kılacağım derken, kıblenin yerini değiştirir.

Perinçek’in babası da hem Alevi, hem aynı dönemde o partiden milletvekili idi. Oğlu, önce TİP’li, sonra Çin’ci, sonra Apocu, sonra da nasyonal sosyalist oldu. Bu arada, Çin’in o en son nasyonal sosyalist durumda iken bile, onu hala dolaylı olarak destekliyor kaldığını ve kendi ülkesindeki Türki nasyonalizmleri balyozla ezdiğini de anımsayalım. Yani, büyük devlet  veya küçük münevver farketmiyor: Tarihin sisli günlerinde hemen herkes yolunu yitiriyor.

“Örneğin İran devrimiyle özellikle gençlerde yaşanan radikalleşme geleneksel İslami yapıları da bir şekilde etkisi altına almaya başladığında, bu gelişmenin önüne çıkan engellerden biri de Gülen cemaati oldu. Gülen’in “devrimci İslam”a karşı iç ve dış odaklar tarafından kayırıldığı yolundaki sayısız komplo teorisinin herhangi bir değeri bulunmuyor. Buna karşılık Gülen’in nerdeyse yoktan var ettiği hareket, içinden çıktığı geleneksel Nurculuk’tan ziyade Milli Görüş’ün, Gülen’in kendisi de bir nevi Erbakan’ın alternatifi olarak öne çıktı, en azından böyle bir algı oluştu.”

Öhö öhö, toz gürültü, dezenformasyon gıcık yaptı. Hayır kardeşim öyle olmadı. Şöyle oldu:

Bir kere o zamanlar, 1970’lerde birbirinin mensuplarını vuran 2 MHP odağı, bir MHP-MSP kırması odak ve 1 MSP odağı vardı. Yani, yeterince radikal idiler zaten.

Tabii, bir de bunların birer de Kürt (alt)ayağı var. Taa Sait zamanından beridir, Hizbullah’a gelene dek, Kürtler de epeyi oryantal raksettiler. Bunlar Musa Anter’in anılarında ayrıntılı olarak verilir. (Kürtler’in mücadele saydıklarının başından beridir, örneğin  2. Dünya Savaşı sırasında İran’da ve Türkiye’de Hitler’le işbirliği yapacak denli, oportünist ve cahil gözükarası olmasının ve bir de savaşı ve kronik kriminaliteyi yaşam biçimi olarak benimseyebilmelerinin payı yüksek. Bunlar da Anter’in anılarında var. Tabii ayrıca, Anter’i vuranın da bir Kürt olması gerçeği var.)

Gülen bu tabloda neredeydi?

O da oportünistti. Aradan sıyrılmanın yolunu ancak taa 1980’lerin sonunda, Evren’in asmayıp beslediği ve solculara karşı alternatif niyetine yarattığı yeşil sermayeden palazlanarak buldu, yani 40’lı yaşlarının sonunda (zaten daha önce adam yerine konmazdı), 1960’larda ve 20’li yaşlarında değil.

Şöyle bir hesap: Bu ülkede 30 küsur yıldır 1 milyon kişi, bir yerlere ayda en az 500 TL bağışlıyor. Kabaca 100 milyar doları geçiyor. En ironiği de bu para şu an tümüyle sağ(lam) değil. 1970’lerin banka soyguncusu eylemcilerinin paraları bile artarak sağ (bu köstebek bilgisi) ama yeşil sermaye paranın buharlaşma gücünü ve iç hainlerini hesaba katamadı.

“Ama en büyük yol ayrımının 28 Şubat sürecinde yaşandığı açıktır. TSK’nin post-modern darbesini olabildiğince az zararla atlatmak isteyen Gülen, ilk darbeyi yiyen RP ve bazı İslami oluşumlarla dayanışma içine girmek yerine, kendisinin onlardan tamamen farklı olduğunu vurgulamayı (daha doğrusu vurgulamaya çalışmayı) tercih etti ancak sonunda sıra kendisine ve hareketine de geldi. Hatta yıllar sonra dönüp bakıldığında, 28 Şubatçıların RP kadar, hatta belki de RP’den daha fazla Gülen cemaatini kendilerine düşman belledikleri, belki de bu yüzden onu sona saklamış oldukları anlaşılıyor.”

İşte bu dönem, yazar arkadaşımızın ‘embedded’ olduğu dönem. Konu hakkındaki üslubunun nasıl aniden değiştiğine dikkatinizi çekerim.

Ancak panoramayı güzel yakalamış:

Şimdi olduğu üzere, Erdoğan’ın Erbakan’a yaptığı üzere,  Müslümanlar birbirini sattı. İşkencede çözülüp isim ötmedi, resmen parayla sattı. Fadıl gibilerinin paraları Erbakan’a değil, Erdoğan’a yönlendi; o da, milletvekili yapılacağına mahpus yapılıp, o hapsi de yatmadı. (Ve bu durum, o zamanlar daha tüm medya iktidara boyun eğmemişken bile, 5 yıl boyunca, 2002-2007 arasında hiç haber yapılmadı.)

Bugünkü tefrika burada bitiyor.

Genel olarak başlangıç toparlaması:

Bu arkadaşın yazısı ısmarlama bir yazı. Birand’ın yazısı gibi. Farklılığı, yazarların daha önceki üslup çizgilerinden şırrak diye sapmalarından anlıyoruz. Durumu örtbas etme görevi medyatörlere verildi, onlar da kendilerince debeleniyor işte.

Ancak çok eğlendirici: Hani, bizi balık hafızalı sanmaları gibi, fıkrasal / karikatürsel bir durum.

Evet, fıkralarımızı bilahare sürdüreceğiz.


(17 Şubat 2012)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder