19 Temmuz 2016 Salı

Hoca Gidici


Anlaşılan Hoca gidici...

Selektör yapıyor.

Önce Babahan’ı affetmiş:

"Ergun Babahan'in özür açıklamasını duyuran ‘twitter’ hesabı, Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmi ‘twitter’ hesabıdir."


Sonra da ‘Din Baronunun Kazları’ kitabının yazarı Hikmet Çetinkaya’yı:

“Faruk Mercan, Fethullah Gülen'in 40 yıl boyunca hakkında kitap ve yazı kaleme alan Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya'ya haklarını helal ettiğini 2-3 ay önce ziyaretçileri ile yaptığı bir sohbetinde dile getirdiğini de yazdı.”

Bu arada, kimsenin aklına bu adam nasıl olup da bu hakları kendinde görüyor diye sormak gelmiyor.

Aynı zamanda şunlar nasıl olup bitti diye de:

“ABD'de Gülen'in eğitim veren okullarının devletten 150 milyon dolar yardım aldığı belirtilerek, son dönemde bu konunun ABD'li yetkililer tarafından mercek altına alındığı ve bazı kesimler tarafından eleştirildiği iddia edildi.”


Kabul: İslam kilisesi Fehullah’tan önce de vardı.

Red: Müslüman'ın teki, ülkesini vassal veya koloni yapmaz ve/ya satmayı teklif dahi etmez.

Sonuçta ABD, milyonlarca sivil Müslüman’ı öldürmüşken, onun kucağında öte yana giderken, artık cennete mi, cehenneme mi gidilir hiç belli olmaz. Ancak, sırat köprüsünde dolar bavulları epeyi denge bozabilir kanısındayım.


(15 Mayıs 2012)

Cemaat Yandaş Basını da Mayöz Bölünüyor

Bunun futbol yolu ile olması, futbolun faşizmin 3. F’sinden sonra, engizisyonun da 3. E’si olabileceğini ortaya koydu.

Ruşen Çakır şöyle yazmış:

“Babahan, sonradan sildiği mesajında, biraz sansürleyerek söyleyecek olacak “Bu kupa Amerika’ya gitsin” yazmış. Amerika’dan kastı tabii ki Başkan Obama değil, genellikle ‘Atlantik ötesi’ diye işaret edilen, uzun süredir ABD’nin Pennsylvania eyaletinde yaşayan Fethullah Gülen. Hal böyle olunca, Babahan’ın haftada iki gün yazdığı, Gülen cemaatinin yayın organlarından ‘Today’s Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş de, yine ‘twitter’ üzerinden kendisine bundan böyle yazı yazdırmayacaklarını ilan etti.”


Yani, tavşana kaç, tazıya tut, hesabı...

Bir gücün sonunun başlangıcı, özgüvenini yitirip oraya buraya saldırması ve iç çatışmalarını erteleyememesidir.

Ancak, eski veya yeni yandaşların durumun bilincine varmadığı kesin. Yoksa, çoktan vınlamış olurlardı, çünkü hep öyle yaptılar. Bu batırdıkları kaçıncı gemi, saymayı unuttuk.

“Ancak Galatasaray’ın şampiyon olmasının ardından Fenerbahçe taraftarlarından gelen tepkilere baktığımızda, bu iddianın daha kuvvetli bir şekilde dillendirildiğini görüyoruz. Burada esas soru şudur: Bu iddiaya inananlar, Dumanlı’nın dile getirdiği gibi ‘dar bir zümre’, yani büyükşehirlerde yaşayan, zaten Gülen cemaatine karşı hasmane duygulara sahip bir avuç ‘Beyaz Türk’ müdür, yoksa, örneğin Anadolu’da yaşayan ve/veya normal şartlarda Gülen cemaatine sempatiyle bakan Fenerbahçeliler arasında da böyle düşünenler var mıdır?”

Şarkı sözü gibi durum valla:

“Bilmem kii, bilemem ki...”

(Ruşen Çakır hakkındaki düşüncelerimiz için link:


Tabii yanıt basit:

Hoca ne diyor, Hoca?

Onun da yanıtını uygun dolayımlarla yakında alacağız elbette...


(14 Mayıs 2012)

5. Engizisyon Gelirken

Tarihte 4 engizisyon dönemi tanımlıdır:

Orta Çağ engizisyonu (1231-1600)

İspanyol engizisyonu  (1478-1834)

Portekiz engizisyonu (1536-1821)

Vatikan engizisyonu (1542-1860)


Ek bilgiler:

‘Engizisyon’ denince, akla önce Hristiyanlık gelir ama İslam engizisyonu da vardır. Özellikle 11. Yüzyıl Ön Asya engizisyonu dönemi, tarihte özel yer tutar.

Engizisyon gibi, rönesans da tarihte birden çok kez yaşanmıştır. Avrupa’da engizisyon ve rönesans, genellikle farklı yer ve zamanlarda yaşanırken, 11 Yüzyıl Ön Asya yerzamanı hem engizisyon, hem de rönesans yerzamanı olmuştur.

İslam-Hristiyan savaşı, 1.350 yıldır Fas-İspanya ve Endonezya-Filipinler ekseninde, 180 meridyen dereceden geniş bir açıdaki coğrafyada sürüp gidiyor. İkisinin çatışması, Haçlı Seferi dizilerini ve engizisyonu tetiklemiştir. Özellikle İspanya engizisyonu, doğrudan İslam’a karşı olarak ve yeniden fetih dönemi sonrasında yükselmiştir. (O nedenle ‘yeniden fetih’ deyimi, bizim ılımlı islamcı geçinen partiler tarafından kullanıldığında, akla doğrudan engizisyon geliyor.)

Bu bilgiler ışığında, yeni engizisyon neden ve nasıl geliyor?:

AB için durum şu: 1945 sonrası barış döneminde, eski sömürgelerinden ağırlıklı olarak Müslüman olan, çok sayıda göçmen aldılar. Almanya için bu ağırlıklı olarak Türkiye’den gelen göçmenler olarak yaşandı. Almanya’da çok Alman olduğundan yakınan bu karakafalarla yerli sarıkafalar arasında, bir zamanlar Yahudiler’in zenginleşmesine duyulan tepkiye benzer etki-tepki düzeneği oluştu; çünkü bazı Alamancılar sayesinde bugün AB’de belki 100 milyar dolarlık yatırım ve bunun döner sermayesi var.

ABD için ise durum şu: 100 yıl boyunca sömürdüğü teokratik-monark Müslüman krallarını / diktatörlerini bir biçimde telef edip, halka daha fazla tüketim şırıngalamak gibi, ‘çarşıdaki pirince giderken, evdeki bulgurdan olma’ya benzer bir hesapla, artı ‘11 Eylül 2001’in acısını söke söke çıkarma’ gibi tam strateji hatası bir hesapla, kendi içindeki 5 milyon siyah Müslüman’ı hesaba katmadan davranılıyor. Oysa, 2030 civarında ABD’de YMCA çoğunluğu kalmayacak, üstüne üstlük ABD göçmen almayı arttırarak sürdürüyor.

3. Dünya’da ise, Afrika’da Nijer-Nijerya’dan Kuzey-Güney Sudan çizgisinden devamla, Asya’da Hindistan’ın kuzey beşte birini kesen / ayıran bir hatla devam derek, Endonezya-Filipinler ekseniyle birleşen bir çatışma hattı oluştu / var.

Yani, 2 ayrı savaş var: 1. Dünya’da ve 3. Dünya’da olan. 1. Dünya’da olan Usame bin Ladin’in vasiyetiyle, sivil hedeflerin vurulması üzerinden gidecekken, 3. Dünya’da olanı kabile savaşları biçiminde sürecek ve Somali’de görüldüğü üzere, 21. Yüzyıl’da 1.000 yıllık korsanlık geleneğinin canlanmasına ve soba borusuyla helikopter düşürmeye varan, kültürel dalgalanmalar yaşanacak.

Tarihte ne zaman barbarlar ve uygarlar çatışsa, uzun sürede de olsa, ortaya muhakkak melezlenmeler çıkar. Bu kez de öyle olacak. 2 düşman taraf zaten birbirinin yaşam tarzından etkileniyor: örnekse biz, her yere döner ve bulguru soktuk, onlar da bizim her yerimize  cep telefonunu soktular.

Bu süreçte 5. engizisyon, her zaman olduğu üzere bilim ve sanat düşmanlığı demek olacak. Zaten engizisyondan bağımsız olarak bilim ve sanat, birbirinden ayrı olarak / süreçlerde, 100 yıldır belli bir regresyon içinde.

Buna katkı olarak Papa fetvaları tarihi durdurmayı arttırıyor. Şeriat desen, doğramacılık mesleğine geri döndü bile çoktan.

Tuhaf ama Hristiyan + Müslüman nüfus, dünya nüfusunun ancak yarısı etse de, bu savaş tüm dünya yüzeyine çoktan yayılmış durumda.

Hangi tarafın engizisyonunun daha acımasız olacağını kestirmek zor ama güçlü olanın Hristiyan engizisyonu olduğu ortada. Zaten kayıpların çoğu Müslüman taraftan ama Müslüman nüfus Hristiyan nüfustan daha doğurgan olduğu için, aradaki fark Hristiyan çoğunluğun aleyhine hala azalmakta.

Bir yazar olarak, burada en üzüldüğüm şeyin bilim ve sanatın katli olduğunu rahatça söyleyebilirim. Yoksa, insanların birbirini kesmesi benim derdim değil. Zaten ateistim, 2 tarafın savları beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Yalnızca, arada biraraya gelip hoşgörü ve dostluk mesajları vermelerine feci sinirleniyorum.

21. Yüzyıl’ın 20. Yüzyıl gibi, 2 dünya savaşı ve 2 dünya devrimi görmeyeceğine eminim ama o ilk kez olarak tüm dünya nüfusunu etkileyecek 3 makro krizi görecek. Bu yüzyıl sonuna gelindiğinde, insanlık tuş olmuş olacak. Daha önceleri olduğu gibi, bir 100 veya 1.000 yıl boyunca dinlenir. Mayalanma sürer. Sonra tarih yeni oluşumlarla yola devam eder.

1960’ların özgürlük rüzgarlarını yaşamış biri olarak, gelmekte olan kölelik rüzgarları beni feci yeise sürüklüyor. Bu delilik girdabına kapılmamak için yavaş yavaş yaşam oyunundan çıkmak arzusundayım.

Böyle bir gelecekte, doğmuş ve henüz doğmamış tüm gençlere iyi şanslar dilerim.


(24 Ocak 2012)

Padişah Cüceleri İkindi Vakti Gölge Yarışında


 Padişah, cücesini ikindi vakti ortalığa salmazmış: Gölgesini görür de, kendini adam sanır diye...

İslam Kilisesi’nde iç savaş başladı, derdi ‘kraldan çok kralcılar’a düştü. Tabii ki dertleri şu: Abi, barışın da, pastamızı yemeye devam edelim.

Bu minval üzere, Ruşen Çakır ile Ali Bayramoğlu, bir ortaoyunu düeti döktürmüşler.

Bayramoğlu, Radikal’de başyazar / genel yayın yönetmeni olacakken, ıskalayıp, karşı cenaha kayan biri. Çakır’ı biliyoruz zaten.

“Ali Bayramoğlu: Her ne kadar mecburen ortaya çıkmış olsa da bu ittifakın başarılı olduğunu görüyoruz.”


Bu mu başarı?:

Dünyanın en çok hapisteki gazeteci rekoru. İçerideki üniversite  öğrencisi rekoru.

Sindirilen medya.

Aşağılanan TÜSİAD odağı.

Durup dururken, 3 ülke ile savaş durumu.

1 trilyon dolar borç.

Mahalle baskısının normal faşizmi aşaması.

Tabii, İslam engizisyonu açısından bakarsan ve yeniden fetihden söz edersen, bunlar başarı. Demokrasi açısından ise, 2002’den bile geriye düştüğümüze, Müslümünlar bile aydı.

“Bu cemaatin milyonlarca üyesi var, pek çok insan bu olaylardan tümüyle uzak, hizmet uğruna malını, mülkünü veriyor, bu meseleyi evladından bile öne alıyor. Onları tahkir etmek hiç de doğru değil.”

Nasıl ki eski Yugoslovya savaşları ertesinde Sırbistan halkı toptan yargılanacak idiyse (bundan son anda vazgeçildi), cemaat da insanlık suçundan yargılanacak.

Birinci suç: Organize mafya. İkinci suç: 30 milyonu aç bırakıp, aksırasıya tıksırasıya pasta yemek. Üçüncü suç: Demokrasiyi ortadan kaldırmak.

“Ve cemaat son dönemlerde olduğu gibi ülkede ciddi bir otoriterleşme kaynağı olmaya başlıyor. Bu, Gülen’i seven pek çok insanı tedirgin edecek bir durumdur.”

Bir kişiden 20 yılda, 1 asgari ücretle çalışanın tüm ömür boyu kazanacağı parayı almak demek, 1 kişiyi öldürmek demektir. (Krupp da 2. Dünya Savaşı ertesinde yargılandı, çünkü o da benzeri insanlık suçu işlemişti). Bu, yumurtayı balyozla kırmak yerine, iğneyle delip içini içmek demektir. Yumuşak işkence, sert işkenceden daha yıkıcıdır. Cemaat da bunu yaptı.

“Örneğin bildiğim kadarıyla cemaat Meclis’e girmeye çalıştı ama AK Parti buna çok müsaade etmedi.”

Yemezler. Şu anda hiçbir cemaatçi milletvekili olmadığı önesürülüyorsa, bu takıyyeye kargalar bile güler.

Dipnot: Cüceler ortaoyununa devam edecekmiş.


(23 Şubat 2012)

Omo Beyazı Kuvvet Cemaati Yorumluyor

Ruşen Çakır Mehmet Ağar’ın DYP’sinden milletvekili adayı olmuş, diğer bir ‘embedded’ gazeteci. Muhteris ama kifayetsiz ve bahtsız epeyi medyatör / liboş / münevver gibi, o da iktidar yolunda, doğru dalda oturmayı seçemedi. Bindiği dal kesilince ve/ya Oran gibi şansı tutmayınca, medyaya geri döndü.

Bugünlerde cemaati yorumlamak feci moda. E, biz de geri kalmayalım onlardan. Biz de onların yorumlarını yorumlayalım:

“Öncelikle Erbakan’ın siyasete hep sıcak bakmış olan Nakşibendilik’ten, Gülen’in de siyasete mesafeli olmaya çalışmış Nurculuk’tan geliyor olmalarını akılda tutalım.”


Diyor ve hemen ardından kendini yalanlıyor:

“Öyle ki Gülen’in Nurcu hareketin gövdesinden kopmasında, bu hareketin Adalet Partisi’nin peşinde aşırı politize olması hayli etkili olmuştur.”

Yurdum yarı aydını hep böyledir: Namaz kılacağım derken, kıblenin yerini değiştirir.

Perinçek’in babası da hem Alevi, hem aynı dönemde o partiden milletvekili idi. Oğlu, önce TİP’li, sonra Çin’ci, sonra Apocu, sonra da nasyonal sosyalist oldu. Bu arada, Çin’in o en son nasyonal sosyalist durumda iken bile, onu hala dolaylı olarak destekliyor kaldığını ve kendi ülkesindeki Türki nasyonalizmleri balyozla ezdiğini de anımsayalım. Yani, büyük devlet  veya küçük münevver farketmiyor: Tarihin sisli günlerinde hemen herkes yolunu yitiriyor.

“Örneğin İran devrimiyle özellikle gençlerde yaşanan radikalleşme geleneksel İslami yapıları da bir şekilde etkisi altına almaya başladığında, bu gelişmenin önüne çıkan engellerden biri de Gülen cemaati oldu. Gülen’in “devrimci İslam”a karşı iç ve dış odaklar tarafından kayırıldığı yolundaki sayısız komplo teorisinin herhangi bir değeri bulunmuyor. Buna karşılık Gülen’in nerdeyse yoktan var ettiği hareket, içinden çıktığı geleneksel Nurculuk’tan ziyade Milli Görüş’ün, Gülen’in kendisi de bir nevi Erbakan’ın alternatifi olarak öne çıktı, en azından böyle bir algı oluştu.”

Öhö öhö, toz gürültü, dezenformasyon gıcık yaptı. Hayır kardeşim öyle olmadı. Şöyle oldu:

Bir kere o zamanlar, 1970’lerde birbirinin mensuplarını vuran 2 MHP odağı, bir MHP-MSP kırması odak ve 1 MSP odağı vardı. Yani, yeterince radikal idiler zaten.

Tabii, bir de bunların birer de Kürt (alt)ayağı var. Taa Sait zamanından beridir, Hizbullah’a gelene dek, Kürtler de epeyi oryantal raksettiler. Bunlar Musa Anter’in anılarında ayrıntılı olarak verilir. (Kürtler’in mücadele saydıklarının başından beridir, örneğin  2. Dünya Savaşı sırasında İran’da ve Türkiye’de Hitler’le işbirliği yapacak denli, oportünist ve cahil gözükarası olmasının ve bir de savaşı ve kronik kriminaliteyi yaşam biçimi olarak benimseyebilmelerinin payı yüksek. Bunlar da Anter’in anılarında var. Tabii ayrıca, Anter’i vuranın da bir Kürt olması gerçeği var.)

Gülen bu tabloda neredeydi?

O da oportünistti. Aradan sıyrılmanın yolunu ancak taa 1980’lerin sonunda, Evren’in asmayıp beslediği ve solculara karşı alternatif niyetine yarattığı yeşil sermayeden palazlanarak buldu, yani 40’lı yaşlarının sonunda (zaten daha önce adam yerine konmazdı), 1960’larda ve 20’li yaşlarında değil.

Şöyle bir hesap: Bu ülkede 30 küsur yıldır 1 milyon kişi, bir yerlere ayda en az 500 TL bağışlıyor. Kabaca 100 milyar doları geçiyor. En ironiği de bu para şu an tümüyle sağ(lam) değil. 1970’lerin banka soyguncusu eylemcilerinin paraları bile artarak sağ (bu köstebek bilgisi) ama yeşil sermaye paranın buharlaşma gücünü ve iç hainlerini hesaba katamadı.

“Ama en büyük yol ayrımının 28 Şubat sürecinde yaşandığı açıktır. TSK’nin post-modern darbesini olabildiğince az zararla atlatmak isteyen Gülen, ilk darbeyi yiyen RP ve bazı İslami oluşumlarla dayanışma içine girmek yerine, kendisinin onlardan tamamen farklı olduğunu vurgulamayı (daha doğrusu vurgulamaya çalışmayı) tercih etti ancak sonunda sıra kendisine ve hareketine de geldi. Hatta yıllar sonra dönüp bakıldığında, 28 Şubatçıların RP kadar, hatta belki de RP’den daha fazla Gülen cemaatini kendilerine düşman belledikleri, belki de bu yüzden onu sona saklamış oldukları anlaşılıyor.”

İşte bu dönem, yazar arkadaşımızın ‘embedded’ olduğu dönem. Konu hakkındaki üslubunun nasıl aniden değiştiğine dikkatinizi çekerim.

Ancak panoramayı güzel yakalamış:

Şimdi olduğu üzere, Erdoğan’ın Erbakan’a yaptığı üzere,  Müslümanlar birbirini sattı. İşkencede çözülüp isim ötmedi, resmen parayla sattı. Fadıl gibilerinin paraları Erbakan’a değil, Erdoğan’a yönlendi; o da, milletvekili yapılacağına mahpus yapılıp, o hapsi de yatmadı. (Ve bu durum, o zamanlar daha tüm medya iktidara boyun eğmemişken bile, 5 yıl boyunca, 2002-2007 arasında hiç haber yapılmadı.)

Bugünkü tefrika burada bitiyor.

Genel olarak başlangıç toparlaması:

Bu arkadaşın yazısı ısmarlama bir yazı. Birand’ın yazısı gibi. Farklılığı, yazarların daha önceki üslup çizgilerinden şırrak diye sapmalarından anlıyoruz. Durumu örtbas etme görevi medyatörlere verildi, onlar da kendilerince debeleniyor işte.

Ancak çok eğlendirici: Hani, bizi balık hafızalı sanmaları gibi, fıkrasal / karikatürsel bir durum.

Evet, fıkralarımızı bilahare sürdüreceğiz.


(17 Şubat 2012)

Ramazan Rasim ve Ümmi Güldürü Merkezi

Cemaat konusunda bu 3. yazım (bakınız dipnot). Yazılanları her okuyuşta, onlara her yorum yazışta, gülmekten sandalyemden düşecek gibi oluyorum. Diğer ülkelerdeki muta nikahını aşan bir biçimde, bizim ümmilerin ‘kendilerine takıyye’ gibi bir icatları mevcut. Görelim, mevlam neylerse pek güzel eylemez bu müminleriyle (paragraf başı notlar,  karşı tarafın metni, ötekiler de benim yorumlarım):


·         “Buyurun size laikler için bir cemaat mensubuyla, bir İslamcı birbirinden nasıl ayrılır rehberi.

Ateistleri unutmuşsun birader.

·         (Aslında cemaat diye bir şey yok. Hizmet var. Cemaatçi de yok şakirt var. İslamcı derken de aşağı yukarı AKP'nin merkezinde yer alan politik Müslümanları, Milli Görüşçüleri kastediyorum. Ama kolay anlaşılsın diye "cemaatçi-İslamcı" tabirlerini kullanacağım.)

Şimdi cemaat siyasal İslam olmuyor da, apolitik mi oluyor? Yahu, buna kargalar güler, kendileri itiraz eder.

• İslamcı Gazze için ağlar; cemaatçi Hendek Savaşı için.

Çevirin yoldan 1.000 tane cemaatçiyi, 100’ü ikincisinin ne olduğunu bilsin, ben itirazımı keseyim.

• İslamcı konferansa gider; cemaatçi sohbete.

Evet, din baronunun abidik gubidik mucizelerini dinlemeye.

• İslamcı kulaklığında ezgi dinler; cemaatçi Hocaefendi'nin vaazını.

O vaazlar için bakınız: ‘Din Baronunun Kazları, Hikmet Çetinkaya’.

• İslamcının şehit denince aklına Metin Yüksel, Şeyh Ahmet Yasin gelir; cemaatçinin Hz. Hamza, gittikleri ülkelerde hayatını kaybeden öğretmenler.

Ama savaşırken ölen 10.000 Türk askeri değil.

• İslamcı laik dünyada Müslüman gettosunda yaşamaya razıdır; cemaatçi ehl-i dünya ile birlikte yaşayıp onları da dindar yapmaya taliptir.

Yapma ya, yemedik bunu. İkisi de mahalle baskısı kurdu çoktan.

• Bir İslamcı başörtüsü yasaksa üniversiteyi bırakır, kapı önünde eylem yapar; cemaatçi perukla, şapkayla, olmadı başını açarak okula girer, onun için mezun olmak başörtüsü mücadelesi vermekten mühimdir.

Oportünizmi bazı marksistlerden yürüttüler herhal.

• İslamcı iktidar ister; cemaatçi sızmak. İslamcı yönetmek ister, cemaatçi dönüştürmek.

‘Sızıntı’ dergisi, sızma zeytinyağı, sızdırılan paralar.

• İslamcı meydan okumaktan, posta koymaktan hoşlanır; cemaatçi diyalog kurmaktan, ortak nokta bulmaya çalışmaktan.

Cemaatin şiddet kullanmadığı büyük yalan. Gün gelecek, o dosyalar da dökülecek ortaya. Çok değil, 10 yılı var. Erbakan’ın kirli çamaşırları nasıl döküldü, nasıl mahkum oldu? Gülen’in kirli paraları da aklanamadan ele geçecek ve o paraların nasıl sızdırıldığı anlaşılacak.

• İslamcı eyleme, partiye, derneğe çağırır; cemaatçi eve maklube yemeğe.

Rüşvet var yani. Aç çok, satılık oy da çok.

• Cemaatçi Bediüzzaman'ın vaadi gereği samimiyetle Avrupa Birliği ister; İslamcı Seyyid Kutup'un, Ali Şeriati'nin vasiyeti gereği ilk fırsatta İslam Birliği.

Ahan da, en büyük takıyyelerden biri: Sait ümmetçi değildi.

• İslamcı 'ümmetin meselelerini' kafasına takar; cemaatçi Afrika'da kolej açılmayan ülkeleri.

Sıkıyorsa, Nijerya’nın ve Güney Sudan’ın Hristiyan bölgelerine buyursunlar. Misyoner ‘Godfather’lar onları haşlama tuzlama karışık pişirsin.

• İslamcı işadamı belediyelere yanaşıp yol yapar; cemaatçi işadamı Asya bozkırlarında terlik satar.

Terliğin tanesi 1.000 dolar herhalde.

• İslamcı telefonu "Selamünaleyküm" diyerek açar; cemaat mensubu telefonda "Selamünaleyküm" demez. Hatta telefonda hiç bir şey dememeye gayret eder.

Ne dese, suç olacağını biliyor çünkü.

• İslamcı için en büyük şeytan İsrail'dir, ABD'dir; cemaatçi için İran fitnecidir, kolejleri kapatan Rusya düşman.

Yani, Gülen-Mossad mart aşkı yaşıyor, öyle mi?

• İslamcının komplo teorilerinin başkarakteri MOSSAD'dır; cemaatçinin ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü).

E, o hayali örgütlerini nasıl yargıladıklarını gördük: Hukuk değil, guguk.

• İslamcı için bütün provokasyonların arkasında Amerika, İsrail vardır; cemaatçi için ordu.

Takunya ile savaşılmaz cemaatçi biladerlerim. Bir de silahı görünce, tüyersiniz netekim.

• İslamcıya göre cemaatçi Amerikancıdır; cemaatçiye göre İslamcı İrancı.

Unuttunuz ama yeşil sermayede Suudi Arabistan var, Katar var, Libya vardı.

• İslamcıya göre cemaatçi pasifisttir, diyalogcudur, tavizcidir; cemaatçiye göre İslamcı takvası zayıf, namazı eksik, aceleci, fevri.

Bu sinsilik, kendini bilme oluyor sanırım.

• İslamcı Kuran meali okur; cemaatçi Risale.

Ahan da, kendi elleriyle İslam kilisesi papazını, peygamberin ve Allah’ın önüne koydular.

• İslamcı kendini korumak için karate, kungfu salonlarına gider; cemaatçi cevşen okur.

A şıkkındakiler Bezm-i Alemciler’dir, Akıncılar da somun pehlivanıydı, habire dayak yerlerdi.

• İslamcı sigara içer; bir şakirt için sigara içmek neredeyse içki içmek gibi bir şeydir.

Sigara içmezsin ama gavurun koynunda 20 yıl yaşarsın.

• İslamcı sakal bırakır; cemaatçi bıyık, tedbir için belki keçi sakal.

Sanki bu Taraf yazarı kendini deşifre etmiş.

• Varlıklı bir İslamcının pasaportu Suudi Arabistan Krallığı mührü ile doludur. Altı hac, 22 umre şaşırtıcı değildir. Cemaat mensupları bir hac iki üç umre ile yetinir. Pasaportlarında bolca ABD mührü vardır. Kostarika, Gine gibi ülkelerin mühürlerini görmek de sürpriz olmaz.

1 hac, 1 umre yok. Allah gözünüzü doyursun. Pardon, Şeytan gözünüzü doyursun.

• Bir İslamcı için namaz kıyamdır, cami ümmetin biraraya gelmesi; bir cemaatçi için namaz tesbihattır, cami de ışık ev.

Yani cami, uzaktan seyredilebilir bir şey oluyor.

• Cemaatçilerin ağabeyleri vardır; İslamcıların üstatları, hocaları.

A şıkkı, ağır abilik mi içeriyor ne?

• Cemaatçinin hayali Hocaefendi'nin Türkiye'ye dönmesidir; İslamcının ümmetin Kudüs'te toplu namaz kılması.

Eskiden hepsi 7 milyarlık İslam dünyası düşlerdi.

• Cemaatçi Afrikalı çocuğun Sezen Aksu şarkısı okumasıyla gurur duyar; İslamcı Filistinli çocuğun İsrail askerine taş atmasıyla.”

Eh işte, popülizm ve oportünizm insanı nerelere getiriyor. Ben anımsatayım: Aka Gündüz Kutbay’ın ney ‘Zikir’i var, o abus  gülmeyenden de önce eylenmiş, kadrini balık bilmezse, halik bilsin diye.

Omo yeşili ‘embedded’ kardeşim, yutturumadın dezenformasyonu.

Yeni dezenforasyonlarınızı bekleriz bilahare.


(17 Şubat 2012)

Dipnot:

Asıl birinci yazı, beni mahkum ettiren yazı idi. Mahkumiyetim baki, o nedenle onu yayına almadım.

(19 Temmuz 2016)

Cemaat ‘Break’ Dansta

Bugünlerde bir cemaat şeysidir gidiyor. ‘embedded’i aşma başarısını gösteren Mehmet Ali Birand bile durumu şöyle yorumluyor:

““Cemaat” ile iktidar partisinin hem çıkarları hem de dünya görüşleri öylesine birbirine yakın ki, neyi “Paylaşamıyorlar”, anlaşılamıyor. Ben şahsen “Cemaat”in Türkiye'yi bizzat yönetmek, iktidar olmak gibi ne niyeti ya da mekanizması olduğunu düşünmüyorum. Ancak “Cemaat” bunu etrafa yeterince “Anlatamıyor”. Daha doğrusu bu dışarıdan “Anlaşılamıyor”. Bilinsin ki “Cemaat” şeffaflaşmadıkça, bu tip “Şüphelerin” önüne geçilemeyecek. Ortalıkta her zaman buna yönelik “Korkular” olacak. Zira bir süredir etrafa yayılan bu “Kokulara” baktığınız zaman, bir “İtişme” olduğu izlenimi giderek yaygınlaşıyor.”


(Birand’ın darma duman vurgulamalarına dikkat.)

Neyi paylaşamıyorlar?

Yıkımı. ABD tarafından gözden çıkarılmışlığı.

Gelelim durum saptamalarına:

Her zaman askeri darbe olmaz, bazan sivil darbe de olur. Türkiye’de de çok oldu. Sezer gibi Evren’in adamı birinin cumhurbaşkanı seçilmesi ve sonra da kriz çıkarması bunun bir örneğidir.

Asıl sorun Müslümanlar’da:

Şeriatı beceremediler, İslam / Sünni Kilisesi’ni becerdiler. Medya ve kendileri aymasa da, cemaat küçülüyor. Çok yakında akan sularını da yurtdışından kesecekler.

Halkımız, bir kuşakta birden çok cemaat değiştirir, dönektir; hakir, zalim, korkaktır. Hafiften hafiften dümen kırmaya başladılar. Kimileri erken ayar, kimileri geç ayar, kimileri hiç aymaz.

Bir de AKP’nin bu işe nasıl baktığına bir bakalım:

“Çelik, "AK Parti kendi tabanıyla kavga etmez. 1-2 kişinin yanlışı bir gruba mal edilemez. Bürokraside 28 Şubat’ı yeniden hortlatmayız. AK Parti bu tuzağa düşmez" dedi.”


Açıkça ortada: AKP’liler bile cemaaate kızıyorlar ama belli etmiyorlar. Kurbanlık koyun / zekat keçisi olarak birilerini harcamakla yetinecekler, onun sinyalini veriyorlar.

Ancak, konuyu 28 Şubat’a çevirmeleri aşırı yorum ve bir itiraf oluyor: Yani, olayın bazı dincileri iktidardan tasfiye olduğunu kabul etmiş oluyorlar.

Peki, AKP tuzağa düşer mi?

Adamlar çok bahtsız:

2011 seçimleri oldu. Henüz meclis toplanmadan, dünya ve Türkiye göçtü. Şike davası içte, Arap Baharı dışta bizi çökertmeye yetti de arttı bile.

Orada da kalmadı: 2012 Fransa, ABD ve Rusya başkanlık seçimleri var, herkes iç dertlerine düştü. Fransa başımıza soykırım yasasını sardı.

O bahtsızlık onları tuzağa çekti, çünkü iktidarlarının 10. yılında artık megalomaniye kapılmış durumdalar: Şeşibeş bakıyorlar.

Kendi elleriyle Türkiye’de dini çökerttiler. Kendi elleriyle muhafazakar aile kurumunu çökerttiler. Benim tanıdığım hiçbir namuslu Müslüman, AKP’den utanmazlık edemiyor.

Cemaat ise farklı dalga boyunda:

Boşta kalan maddi ve manevi artı değerleri, peygamber ölüm döşeğindeyken yaptıkları gibi, hoca nasıl olsa yakında mevta diye, talana başladılar. Cemaatin oto-kontrolü kalmadı. Başıbozuklar ayakken baş olmaya kalkıyor.

Cemaatin fay hatları kırılıyor.

Cemaat ‘break’ dansı yapıyor.

AKP için bir ‘requiem’ rica ediyoruz, gavur markalı takım elbise giyenlere ve altına medeniyet yuları kravat takanlara, o yakışır.


(17 Şubat 2012)